bu röportajda melikemiz var ekliyim dedim.
Vur/Yağmala/Yeniden İngiliz oyun yazarı Mark Ravenhill’in 2007 yılında yazdığı kısa oyunlar serisinin adı. Bilsar sponsorluğunda Dotbilsar’da projesi adı altında gerçekleştirilen zincirin şu an ilk iki halkası sahnelenmekte. Yazarın evrensel kavramlar (özgürlük, otorite, savaş, demokrasi...)üzerinden ayna tutmaya çalıştığı gerçeklik, her ay farklı oyunlarla çıkacak seyirci karşısına. Seyircilere deneysel bir sürece dahil olma fırsatı sunan 16 kısa oyun, bir radyo oyunu ve bir epilogdan oluşan projenin oyuncuları da bu deneyimi seyircilerle eş zamanlı yaşıyor. İşte o oyunculardan; Tuğrul Tülek, Ayçe Abana, Mert Öner, Pınar Türe ve Melike Güner’leprojeyi ve seyirciyle omuz omuza olma deneyimini konuştuk.
Vur, Yağmala, Yeniden. Projenin adı öfkeli bir cesaretin ipuçlarını veriyor gibi. Cesur bir oyun mu bu?
Ayça Abana- Evet, cesur bir oyun her anlamda. Özellikle günümüzün parçalanmış kimliğini ortaya sermesi ve bu anlamda bireyin hem kendine hem topluma yabancılaşmasının bütün sembollerini ortaya koyması açısından cesur bir oyun.
Sekiz ay sürecek bir projeden söz ediyoruz. Ekim 08 itibariye sahnelenme aşamasına gelene kadarki süreç nasıldı siz oyuncular açısından?
Mert Öner- Biz aslında temmuzdan beri bu proje ile içli dışlıyız. Ama yönetmenimiz Murat Daltaban bu projeyi Edinburgh Festivali’nde dinleme imkânı bulduktan hemen sonra bu tekstlerinpeşine düşmüş. Sonrasında Londra’da sahnelenme aşamasında ekibimizden birkaç kişi de oyunları orada izleme, yazarımızla tanışma fırsatı buldu. Projeyi yapmak istediğimizi anlattı. 15 temmuzdan beri de projenin yapılandırma süreciyle uğraşıyoruz. Şu an ikinci ve üçüncü turun provalarını yapmaya başlıyoruz. Bizim için de bu süre seyircilerle beraber yürüyor aslında.
Londra’daki ve buradaki sahnelenme biçimi arasında belirgin farklar var mı?
Pınar Töre- En büyük fark; orada birkaç prodüksiyonun yapılmış olması. Oyunlar, bizim yaptığımıza benzer bir grupla birkaç mekânda sahneleniyordu. Biz bunu tek bir çatı altında yapıyoruz. Orada her bir oyunun yapımı da, yönetmeni de farklı. Tabii, içerik olarak bir bağ olduğu için birbirlerinden bağımsız olamıyorlar. Oyunların metinlerinden kaynaklanan,doğrudan seyirciyle konuşma, doğrudan seyirciyi oyunun içine çekme durumu orada da vardı.
Zıtlıklardan kaynaklı bir kaos ortamı söz konusu oyunlarda. Kullanılan kavramlar da karşıtlarıyla çatışma halinde. Örneğin; Dün Meydana Gelen Bir Olayda’da ‘normallik’ kavramı üzerinde çok duruluyor. Normaller (kendini öyle tanımlayanlar) ile ötekiler var. Bu saflar neye göre belirleniyor?
Pınar Töre-Oyunlarda, özellikle Dün Meydana Gelen Bir Olayda’da da oyuncular toplumun bir yansıması. Orada koro, bizim içinde yaşadığımız şehirli insan topluluğunu oluşturuyor. Toplumumuz içinde, bizim günlük hayatımız içinde bu saflar nasıl oluşuyorsa oyunda da öyle.
Tuğrul Türek- Bunlar Mark Ravenhill’in hem kendi kültürünü hem de doğuyu nasıl gördüğünü, nasıl değerlendirdiğini gösteren oyunlar. Bizler de aslında yakanın öbür tarafında duruyoruz. Bana çok manidar geliyor batılı bir yazar tarafından böylesine zekice yazılmış oyunların, coğrafya olarak daha doğuda yaşayan oyuncular tarafından ve aslında anormal olarak nitelendirilen bir toplumun üyeleri tarafından burada oynanıyor olması. Bizim kendi ülkemizde de coğrafi olarak batının doğuyu, doğunun da batıyı öteki ya da anormal olarak gördüğü bir gerçek. Buradan şunu anlıyoruz bir kez daha; ayrımlar sadece kıtalar arası ya da ülkeler arası değil.
Mert Öner- Tekstler gücünü oradan alıyor aslında.
Şiddet hayata çok yakın bir şey ne yazık ki. Yaşamadıysanız da tanık oluyorsunuz. İnsanlar bunu sanat platformunda niçin görmek istemeliler sizce? Ayrıca sanatta da hayatı bu biçimde tanımlamak şiddeti yapaylaştıran bir durum değil mi?
Mert Öner- Aslında geçenlerdebu konuyla ilgili bir sohbetimiz olmuştu. Oyunların ele aldığı demokrasi, şiddet, özgürlük, toplumsal şiddet, toplumsal paranoya hepimizin bildiği ve üzerine fikir yürüttüğümüz fakat beynimizin gerisine taşıyamadığımız kavramlar. Bunlarla ilgili herkesin çok az şey bildiğine, çok az kafa yorduğuna, kafa yorsa bile bunları değiştirmek ya da yenilemek için çaba göstermediğine hepimiz tanık olabiliriz. Bizim de istediğimiz; bu oyunlar izlendikten sonra herkesin kendini bu sorunların neresinde konumlandırabileceğine dair bir şeyler düşünmesini sağlayabilmek. Onun dışında sanattan da öyle çok büyük çözümler getirmesi beklenemez zaten.
Ayça Abana- Zaten sanatın öyle bir derdi de yok. İlk defa ben söyleyeyim de herkes şaşırsın, hiç kimsenin söylemediği bir şey olsun...Tabii burada yazarın dehası göz önünde bulundurulmalı. Belki gazeteyi açtığımızda da gördüğümüz şeyler bu metindekiler. Ama Ravenhill’in farkı; siz kendinizi öteki gibi görmeyin demesi. Ve bunu çok kibar bir dille söylemesi bana kalırsa.
Pınar Töre- Oyunların dehasının bir bölümü de seyirciye kimin masum, kimin suçlu olduğunu sorgulatırken hiçbir zaman bunlar suçlu, bunlar da masum demiyor olması. Bu çok önemli. Biz sadece bir deneyim yaşatıyoruz, bir yükleme yapmıyoruz seyirciye. Ama seyircinin bunu ne şekilde ele alacağı kendisine kalmış.
İnsanlığı, kaos yaratan kişiliklerden ibaret saymak da doğru değil galiba. Savaş dedik, şiddet dedik ama bunların karşıtları da var oyunlarda. Umut vaat eden durumlardan da söz edebilir miyiz?
Mert Öner- Aslında soru kendi içinde cevabı da taşıyor. Evet, kaosu yaratan, savaşı, şiddeti yaratan insanlarsa aslında umudu yaratan, yaratabilecek olanlar da insanlar. İşte o ince çizgide nerede durduğumuz hakkında durup düşünmekle ilgili. Oyunların hepsi öyle çok karamsar, karanlık oyunlar değil. Sadece nasıl bir dünyada yaşıyoruzu 18 küçük parçaya bölerek bize gösteriyor.
Ayça Abana- Bu tekstin en güzel yanlarından biri, eleştiri mekanizmasının çok yönlü çalışmasına yardım ediyor olması. Bu da çok büyük bir umut bence.
Tuğrul Tülek- İşte bu da zaten seyircinin ne taraftan baktığına göre değişiyor. Biz olabildiğince tarafsızız burada. Seyirci de eğer aynı tarafsızlığı yaşıyorsa umudu ya da umutsuzluğu kendi içinde taşıyarak ve yaşayarak çıkıyor buradan.
Mert Öner- Aslında modern insanın, gündelik yaşantıların en büyük sıkıntılarından biri de bu. Sadece bizim ülkemizde değil dünyada da öyle. O bireysel yararcılıkla başlayan bir tarafsızlık var. Umudu tüketen nokta belki de o.
Pınar Töre- Sizin gazetenizin sloganı gibi aslında; düşünmek taraf olmaktır.
Çağdaş sanat seyirciden de performans bekleyen bir çizgiye sahip. Seyirciyle fiziksel ve metinsel yakınlık biraz gerilimli bir durum da yaratabiliyor. Beklenen tepkilerle ya da oyunu yukarı çekecek reflekslerle karşılaştığınız oldu mu?
Melike Güner- Provalar sürecinde deneyimleyerek gördüğümüz, “olur mu acaba, sıradan bir seyirci geldiğinde aynı tepkileri verir mi?” dediğimiz birkaç yer vardı. Çünkü sonuçta bizim arkadaşlarımız izliyordu provalarda. Nitekim bizim beklediğimiz etkinin dışında da çok ciddi bir gerginlik, hareket edememe, tepki verememe durumlarıyla karşılaştık. Oyun sonrası sohbetlerimizde de “gülüyorum ve güldükten sonra neye güldüğümü fark edip donup kalıyorum,” diyor insanlar.
Sinirleri bozuluyor....
Melike Güner- Aynen öyle. Kimi bunu ifade ediyor, kimi durmayı tercih ediyor.
Tuğrul Tülek- Burada seyircinin tepkisi veya tepkisizliği toplumun da bir göstergesi. Oyun bittikten sonra birçok seyirciden “Ya, çok istedim ben gördüm ben yaptım demeyi ama demedim” cümlesini duydum. Bu bizim toplumumuzun da kanayan bir yarası. Bir şeyler görüyor, bir şey yapmak istiyor ama cesaret edemiyor. O kıramadığımız cesaretsizliği buradaki seyircide de görüyoruz zaten.
Pınar Töre- Bunun az önce şiddetle ilgili sorduğunuz soruyla ilginç bir bağı da var bence. Biz seyirciyi burada bu duruma maruz bırakıyoruz. Bence doğru kelime bu. Kaçacak yer yok. Oyundan çıkabilirler ama onu da yapmıyorlar.
Tuğrul Tülek- Eylemsizliği seçiyorlar. İşte o çok garip bir şey.
Melike Güner- Bu bahsedilen söylemler bir gazetede gördüğünüzden,televizyonda izlediğinizden kat be kat daha büyük bir etki yaratıyor sahnede. Çağdaş sahneleme biçimleriyle yola çıkılması bu gücü sağlıyor.
Oyunculuk adına da bu biraz zorlayıcı olmuyor mu? Beklemediğiniz bir tepki karşısında oyunu toparlayabilme telaşı....
Tuğrul Tülek- Ben kendi adıma; çok heyecanla bekliyorum böyle bir şey olmasını.Bu, ayrı bir tat, ayrı bir renk veriyor size ve tabii ki oyuna.
Ayça Abana- Bir belgeseli yaşıyormuşuz gibi. Bir tepki gelecek ve biz oradan bir sürü şey öğreneceğiz.
Pınar Töre- Bizim de seyirciden saklanacak hiçbir yerimiz yok. Ortadayız. Kaçılacak hiçbir yer yok.
Seyirci için de bu aşamalar geçerli. Bu oyunu üçüncü kez izlemeye gelen insanın göstereceği tepki ilkinden çok farklı olacaktır. O da işin profesyonel seyircilik boyutu belki de.
Ayça Abana- Yepyeni bir seyirci profili de aslında yetişmiş oluyor böylece ki bu çok önemli. Sanatın belki de görevlerinden bir tanesi budur. Yeni bir seyirci platformu oluşturduğunuz zaman yeni bir insan unsuru da ortaya çıkacaktır. Bu, insanların günlük hayattaki tepkilerine de yansıyacaktır.
Sezon sonunda yedi saatlik toplu bir gösteri yapacaksınız. İlginç bir deneyim olacağa benzer. Heyecanlı mısınız?
Mert Öner- Çok heyecanlıyız. Bu sürecin en zor aşaması belki de. Çünkü sekiz gösteriyle beraber bütün oyun değişecek. Bambaşka bir dekor yapısı içerisinde her oyunu tekrar çalışıp belki başka formlarla oynayacağız. Çoğumuz hiç böyle bir deneyim yaşamadı. Çok heyecan verici. Ama ona daha zaman var.
Diğer siteye ekleyen aylin (sevecen_0123) arkadaşımıza çok teşekkürler